Avrupa Birliği’nin en büyük, dünyanın dördüncü büyük ekonomisi Almanya tarihsel bir kriz içinde. 2017’den beri endüstriyel üretimi %17 küçülen ve son iki yıldır küçülmeye devam eden, on binlerce kişiyi topluca işten çıkaran Alman sanayisinin krizi, hem iktisadi hem de siyasi sonuçlarıyla dünya düzeninin yeni gelişmelerini yansıtıyor. Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninin gerilemesinin doğrudan sonuçlarını yaşıyor. Trump’ın iktidara gelmesiyle birlikte belirsizliklerle birlikte AB-ABD arası çelişkilerin zorlayıcı koşulları altında kriz hız kazanıyor.
2008’den bu yana süren krizin ve dünya güçleri arasında değişen dengelerin yeni bir aşırılıklar çağı başlatmış olduğunu yazmıştık1. 2020’de pandemi gibi olağanüstü bir tarihsel olayın hemen öncesinde kitlelerin tarih sahnesine yeniden çıktığı 2019 yılı da adeta mini bir 1968 gibi geçmişti. Sudan, Irak, Lübnan, Fransa, Şili kitle mücadeleleriyle sarsılmıştı. Şimdi ise Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a çıkışını, Filistin’in yok edilişini, Ukrayna’nın Trump tarafından ortada bırakılışını, Milei’nin elektirikli testere ile Arjantin emekçilerinin haklarını budadığını konuşuyoruz. Brezilya’da da sistem bir kez daha Bolsonaro’nun iktidarına tanıklık edecek gibi duruyor.
Keskin virajlara giriliyor. ABD çıkarları ile AB çıkarları arasındaki öncelik farklı iç çatışmalar doğuruyor. İçe kapanmacı eğilimler, neoliberal sermaye birikim modeli gümrük vergileri marifetiyle yeni kombinasyonlara entegre ediliyor. Trump artık NATO için daha fazla harcama yapmayacağını ilan ediyor, kaynaklarını Çin’in genişlemesini doğrudan durdurmak için seferber edeceğini söylüyor. Bunun için de Ukrayna Savaşının Putin ile uzlaşarak bitirilmesi için doğrudan ipleri eline aldı; Ukrayna minerallerini de ele geçirerek bu süreçten kendi hedeflerine uygun sonuçlar elde etmeyi planlıyor.
Çin Batı Aleyhine Büyüyor
Dünya, 1970’lerden bu yana süren birikim modelinin krizini aşamıyor, sanayisizleşmenin sonuçları Batı blokunda üretimde gerileme olarak geri dönüyor. Tarihsel Çin-ABD rekabeti bu dinamiğe yaslanıyor. Çin sadece ABD’nin değil, AB’nin pazar payınını da ciddi düzeyde geriletiyor ve Almanya da bu gerilemeden payını alıyor. 2000-2024 yılları arasında küresel ekonomik hacim önemli ölçüde büyüdü, ancak ABD’nin bundan aldığı pay %20,5’ten % 14,99’a, AB’nin %21,73’ten %14,41’e, Almanya’nın payı %5,22’den %3,09’a düşerken; Çin’in payı %6,55’ten %19,05’e çıktı.2

Küresel piyasalardaki toplam ABD ve AB payı daralırken Çin hızlı bir genişleme içinde. ABD’nin tarihi gümrük vergileri ilan ettiği Çin karşısında AB de kendisini korumak için gümrük vergisi getirmeyi planlıyor. Oysa ABD de AB de üretim maliyetlerini düşürmek için sanayi üretim üssüne dönüşen Çin gibi ülkelere ileri düzeyde bağımlı. Siyasi anlamda da AB’nin çıkarları doğrudan Çin’i karşısına almayı gerektirmiyor. AB hem ABD’ye hem Çin’e bağımlı ve çıkarı dünya düzeninin mevcut halini korumasından yana ancak ABD için bu durum olanaksız.
AB için hem iç hem dış faktörler istikrarsızlık üretiyor. 2008 krizi patlak verdiği ve AB’nin iç çelişkileri görünür hale geldiğinden beri birliği sorgulayan ve ulusal çıkarları öne çıkaran Eurosceptic siyasi akımlar ortaya çıkıyor. 2016 yılında AB’den Brexit ile çıkan İngiltere bu eğilimi gerçeğe dönüştürmüştü. İtalya, Fransa ve Almanya’da da aynı aşırı sağcı fikirler ve dünyada da genel otoriter eğilimler ulusal burjuva çıkarların korunması refleksi ile öne çıkıyor. Egemen sınıf katında ABD ve AB konusundaki stratejik farklılıklar da siyasi alanda yarılmalara neden oluyor. (Bkz: Le Pen’in seçim dışı kalmasına neden olan yolsuzluk davası) Bu gerilimler AB ülkelerinin kendi iç siyasetinde de istikrarsızlık üretmeye devam edecek.
Ukrayna savaşının süregiden çelişkileri belirginleştirici ve tarihi hızlandırıcı etkisiyle siyasi gelişmeler de hız kazandı. Olağanüstü görülen şeyler normalleşiyor; savaş ve kriz koşulları en olmaz denilen için alacakaranlık bir tekinsiz ortam yaratıyor. Ancak bu tek yönlü bir tekinsizlik değil, egemen sınıflar emekçilerin tepkisi karşısında da eskisi kadar güvende hissetmiyor. Savaşın neden olduğu enflasyon emekçi sınıfların tepkisini açığa çıkarıyor; AB’den çıkış tartışmaları, savaş sorunu, askeri harcamaların azaltılması, enerji fiyatlarının düşürülmesi, maaşların artırılması, işsizliğin önlenmesi gibi konularda liderleri sıkıştırıyor.
Alman Sanayisi Neden Geriliyor?
2025 gelirken AB emperyalizminin iki başat gücü Fransa ve Almanya’da peş peşe hükümetler düştü. Oysa 2008 krizi çevre ülkeleri yıkarken bu ülkelerin keyfi yerindeydi; hatta tırnaklarını bu ülkelerin kesinti paketlerine direnen halklarına geçirmekle meşguldüler. Yunanistan, 2014 yılı boyunca sert bir çöküş yaşamıştı ve 2015’te Syriza’yı da iktidara taşıyan IMF karşıtı büyük bir genel grevli eylem dalgası ülkeyi adeta ön devrimci durumun eşiğine getirmişti. AB egemenleri adına yürütülen sosyal savaşın generali Alman şansölyesi Merkel, Yunanistan’ı tehdit edecek kadar küstahtı. İspanya ve İtalya da peşi sıra sosyal yıkım yaşatan krizlerin merkezi haline geldi. Bu süreçte yalnızca ekonomiler yıkılmadı; neoliberalizmin uygulayıcısı olduğu kadar, son büyük sınıf mücadelesi dalgasında sisteme yeniden can simidi işlevi gören reformist sol da iflas etti. Umutları boşa çıkan ve öfkeyle geri çekilen kitlelerin tepkisini manipüle eden, sistem karşıtı söylemlerle öne çıkan aşırı sağ ise giderek güç kazanmaya başladı.
Yukarıda özetlediğimiz gibi, Avrupa’nın pazarı haline getirilmiş ve sanayisizleştirilmiş çevre ülkeleri kriz içinde kıvranırken Almanya sanayisi öngörülebilir, istikrarlı dünya konjonktürünün; yani ABD’nin başında olduğu dünya statükosunun ve dünya serbest ticaretinin sermayeye sonuna kadar açılmış kapılarının ekmeğini yiyordu. Aradan yalnızca 10 yıl geçmeden kriz Almanya’ya taşındı, küresel sanayi rekabetinin gerisinde kalan merkez ülkelerin krizi meşruiyet krizleri üretmeye başladı.
Daha da geriye gidelim. 1991’de dünyanın sonu ilan edilmişti; hem de Berlin’de! Berlin duvarının yıkılması küreselleşmenin en önemli sembolü olmuştu. “Hür dünyanın” kapıları artık açıktı. Küreselleşme, neoliberalizm, AB hayalleri derken kapitalizm zaferini ilan etmiş gibiydi. Ekonomik büyüme ve liberalizmin hegemonyası güçlü bir ikili olmuştu. Almanya’nın ihracat patlaması tam bu dönemde gerçekleşiyordu. Doğu Almanya da topraklara katılmıştı. AB’nin yoksul ülkelerinden göçmen emeği Almanya’ya akıyordu. Rusya’dan ucuz doğalgaz geliyor, dünyadaki güçlü talep ile ekonomi büyüyordu. Çin ucuz mallar ile piyasaya girmişse de Almanya’nın ileri teknoloji ürünlerini tüketiyor; ABD’deki güçlü talep yine Almanya’nın otomotiv başta olmak üzere sanayisinin karlılığına güçlü bir itilim sağlıyordu.
Euro birliğinden yine en karlı çıkan Almanya’ydı. AB’nin zayıf ülkeleri sanayisizleştirip bağımlı hale getirmesinden en çok karlı çıkan ülkelerden biri Almanya olmuştu. 2000’lerin başında SPD’nin devreye soktuğu emek düşmanı Hartz Reformları işçi sınıfına esnek, güvencesiz çalışma modelini dayatarak sanayinin karlılığına rekorlar kırdırıyordu. Emeği ucuzlatıp esnekleştiren yeni çalışma modeli iç tüketimi baskılarken ihracata dayalı model güçleniyordu. Ancak ihracat, dünyada sınırların ve ticaretin barışçıl koşullarının korunmasına ihtiyaç duyar. Bu nedenle de bu model artık çalışmıyor.
Dengelere Dayalı Karlılık Bitiyor
Alman ekonomisi 2017’den beri küresel talep yavaşlamasına bağlı gerileme içinde. Zaten, pandemi sonrasında Avrupa’nın en yavaş ülkelerinden olmuştu ve bu eğilim 2024 boyunca güçlenerek sermaye ihracatında ve istihdamda kayıplara dönüştü. Almanya’nın en büyük 500 şirketi 2024 yılında 60 bin kişiyi işten çıkardı. Onlarca yıllık aşırı karlı dönemden sonra işçileri kapının önüne koymak için sıraya giren Bosch, Ford, Ford, Thyssenkrupp gibi devasa tekellerden bahsediyoruz. 2025 yılında da bu durum -üstelik daha büyük sayılarla- devam edecek.3
Alman ekonomisinin ikinci şok dalgası Ukrayna Savaşı oldu. Enerji ihtiyacının %55’ini Rusya’dan karşılayan Almanya’nın gaz muslukları kapanınca en yakın rakibi Fransa’dan çok daha yüksek maliyetli üretim yapar hale geldi.
Bir diğer sorun Çin’in yüksek teknoloji üretimine geçmesi. Çin eskisi gibi düşük kaliteli ve ucuz tüketim malı üretmiyor. Artık teknolojik üretim konusunda başa güreşiyor ve bu konuda da rakip. Çin müthiş bir niteliksel sıçrama ile piyasalardaki hakimiyetini Batılı güçler aleyhinde ilerletiyor. Örneğin artık otomobil üreten Çin, Almanya’nın piyasasını da elinden alıyor. Bu nedenle Almanya’nın birinci ticaret partneri artık Çin değil, ABD. Ancak Trump da yabancı mallarına yeni gümrük vergileri getirdi ve AB’ye gel, ABD toprakları içinde üretim yap diyor. Yani sistem ancak baş emperyalist güçlere çalıştığı sürece kullanışlı geliyordu. Şimdi aynı serbest ticaret rotasından dünyaya yayılan Çin ve onun ABD’nin konumunu sarsan devasa potansiyelleri olunca bir anda bu model rafa kaldırılıyor. Liberalizm, sınırsız dünya, globalleşme, demokrasi gibi hikayelere artık ihtiyaçları yok. Ancak gerçek şu ki bu devasa iki güç birbirine büyük oranda bağımlılıklarla bağlı. Faturayı tek başına karşı tarafa kesmek diye bir şey yok. ABD de buradan ağır bedeller ödemek zorunda kalacak. Yeni bir denge ya da dengesizlik dönemi bu tekinsizlikler, büyük gemilere bağlanan küçük filikaların savrulması gibi, küçük aktörlere daha büyük sarsıntılar yaşatıyor. Avrupa’nın aktörleri bu savrulmadan payına düşeni alıyor.
Çin ve Almanya arasındaki en büyük rekabet konusu otomobil. 2021’in başından bu yana Çin’in elektrikli araç ihracatı %1150 arttı. Tüm otomotiv sektöründe ise %600’lük bir artış sağladı. Aynı dönemde Alman ihracatı ise yalnızca %60 arttı.4 Hal böyle olunca karlılığı ve pazar payı aynı anda düşen Mercedes, Volkswagen gibi dev şirketler en hızlı şekilde işçi çıkardı. Bu sosyal gerileme demek, siyasi kriz demek, tüketimde daralma demek…
Dünyada ticaret savaşları yaşanıyor olsa da, Çin otomotiv sektörü atılım yapsa da Alman ekonomisi Çin’deki yatırımlarını güçlendirmeye devam ediyor; çünkü Almanya Çin pazarına hem üretim hem de satış bakımından bağımlı. Almanya’nın Çin’e yaptığı doğrudan yatırım 2023’te %4,3 artarak 12,7 milyar dolara ulaştı ve ülkenin toplam yurtdışı yatırımındaki payı da arttı.5 Volkswagen 2021’de yeni otomobillerinin neredeyse %42’sini Çin’de sattı ve kârının %40’ını orada elde etti. BMW satışlarının %23’ünü Çin’de, Siemens %13’ünü, Adidas %21’ini, Merck %14,7’sini, Bayer %8,7’sini, Wacker %29’unu ve BASF %15’ini Çin’de gerçekleştiriyor. İşte bu çelişkili durum ABD tüm gücü ile Çin’e karşı hamleler yaparken kendisi de Batı blokunun öncü güçlerinden olan Almanya’da krizi kaçınılmaz hale getiriyor.
Askeri, siyasi, ekonomik anlamda dümende ABD var. Ukrayna savaşı ve Çin’i çevreleme politikası her ne kadar uzun vadede Batı emperyalizminin bir bütün halinde çıkarına olsa da kısa vadeli maliyeti ödeyen Almanya gibi ülkeler oluyor ancak emperyalist hiyerarşinin tepesinde değilsen elden fazla bir şey de gelmiyor. Ancak bu süreçten tek zarar gören Almanya olmayacak. Çin’deki büyük ucuz üretim avantajı nedeniyle dev ABD tekelleri de pazar avantajlarını kaybedecek. Dahası, gümrük vergisi silahının dünya çapında bir resesyonu tetiklemesi ihtimali bulunuyor.
Almanya, NATO ve ABD sayesinde tüm savaşlardan da minimum zararla çıkıyordu. Zorunlu askerlik bile kamu hizmeti düzeyinde yapılıyor, silahlanmaya tek kuruş harcanmadan tüm kaynaklar sanayiye yatırılıyordu. Artık Trump’ın NATO’yu daha fazla finanse etmeyeceği ilan edildi ve savaşın gerilimleri içinde seyreden dünyada Almanya’nın sahip olduğu ordu yatırım ve personel eksikliği nedeniyle pek de işlevli değil.
Kısacası, Almanya’nın silahlanmaya daha fazla para ayırması; işsizlik ve talep daralması ile baş etmesi ve enflasyon baskısını yönetmesi gerekiyor.
Alman MAGA’sı AfD
Alman işçi sınıfı on yıllar sonra ilk kez Ukrayna Savaşı’nın yarattığı enflasyon ve endüstri krizinin ardından savaş karşıtı eylemler ve grevlerle kendisini gösterdi. Son 50 yılın en yüksek enflasyonunun yaşandığı 2024’ün ilk üç ayında yaşanan grevler, son 25 yılın en yoğun grev dönemi oldu. Demiryolları, hava yolları, kamu ulaşımı sağlayan otobüs şoförleri, sağlık emekçileri, banka çalışanları, otomotiv ve metal sektörü… Almanya işçi sınıfı adeta uzun bir uykudan silkiniyor gibiydi.
Alman tekelleri krizin bedelini ağır şekilde işçi sınıfına kesti. Reel ücretler müthiş geriledi, onbinler işini kaybediyor. Almanya imalat sanayisi o kadar büyük ki (Fransa ve İngiltere imalat sanayilerinin yaklaşık iki katı), ekonominin ağırlık merkezi olduğu için işçi sınıfı elinde devasa bir güç tutuyor. Ve kriz, işçi sınıfını harekete zorluyor. Zorlamasına zorluyor ama sendikalarda durum felaket ve sosyalistler oldukça zayıf.

Son yıllarda Almanya’da ortalama gelir nominal (pembe) olarak artsa da, yüksek enflasyon nedeniyle bu artış reel olarak (mavi) geriliyor. Örneğin, 2022’den 2023’e kadar ortalama gelir %5,1 oranında artarken, enflasyon %5,9 seviyesinde gerçekleşti. Yani ücretler net gerileme içinde6. Eş zamanlı olarak ülkede gelir dağılımındaki eşitsizlikler de büyüyor.7
SPD, Yeşiller, Hristiyan Demokratlar, Die Linke (Sol Parti) ABD ve AB’nin saldırgan NATO genişlemesine ve Ukrayna Savaşı’na elde tuzlukla koştu. Yine SPD, Yeşiller, Hristiyan Demokratlar neoliberalizmi uygulamak konusunda birbiriyle yarışmıştı. Bu kabarık sabıka ile hepsi de Almanya işçi sınıfının öfkesinin hedefi oldu. Dünya çapında yüzbinlerce kişiyi istihdam eden sanayi tekelleri, aşırı karlılıktan kısmamak için on binleri işsiz bırakırken bu siyasi iflas ortamı faşist AfD’nin şaşırtıcı olmayan yükselişini getirdi.
Aşırı sağcı/faşist AfD (Almanya için Alternatif) güçleniyor. AfD, Almanya’nın NATO üyeliğini (güya) sorguluyor, ABD’nin ve AB’nin bağlayıcı ilişkilerinden kopmayı öneriyor ve “önce Alman milletinin çıkarları” için Ukrayna Savaşı bir an önce bitmeli diyor. Kulağa tanıdık geliyor.
Çin’in yükselişi karşısında gerileyen ABD ekonomisinin yoksullaştırdığı beyaz ABD’li işçilerin tepkisinin ve yoksulların biriken sorunlarının iktidara getirdiği Trump’ın bir benzeri olan AfD Almanya’da yükseliyor. Sınıfçı solun olmadığı yerde sağ sınıfsal zemine oynayarak yükseliş sağlıyor.
Kendisini sistem karşıtı gibi gösteren AfD 23 Şubat erken seçimlerinde oyunu iki katına çıkararak %20’ye ve 152 milletvekiline ulaştı. Doğu eyaletlerinde aldığı oy, CDU ve SPD’nin neredeyse iki katını geçiyor. Seçimlerden birinci çıkan Hristiyan Demokratlar (%29-208 koltuk), tarihi seçim fiyaskosunu yaşayan SPD (%16,6-120 koltuk) ve Yeşiller (%12-85 koltuk) aynı koroyu yeniden kurup aynı şarkıları söylemeye hazırlanıyor. Erken seçime neden olan sorunlar yine aynı partiler tarafından (üstelik daha da zayıflayarak geri döndükleri bir hükümetle) ele alınmaya çalışılacak.

Almanyalı gençler, en büyük korkularını yoksulluk ve Avrupa’da savaş olarak ifade ediyor. Geleneksel partilerin Ukrayna savaşına daha fazla silah yatırımı yapmak ve sosyal harcamaları artırmak yönündeki ısrarı sistemi sorgulatıyor. Bu sorgulama, gençlerin sağ ve sol radikalizmlere yönelmesiyle sonuçlanıyor. Almanya’da 18-24 yaş arası gençlerin neredeyse yarısı merkez siyasetten koptu: %25’i Sol Parti’ye %21’i AfD’ye oy verdi. Dört yıl önce gençler arasında Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) öndeydi.
Bir önceki seçimlerde baraj altında kalan Die Linke (Sol Parti- %9- 62 koltuk kazandı) seçimin kazananlarından oldu. Yoksulluk, kiralar, enflasyon gibi sorunları merkezine aldı. AfD’ye karşı gelişen kitlesel anti-faşist gençlik dinamizminden güçlendi. Silahlanma bütçesinin sosyal harcamalara yöneltilmesini savundu. Seçimlerden 25 bin yeni üye ile çıktı. Pasif bir seçmen kitlesi değil aktif mücadele sinyali veren güçlü bir taban genişlemesi olmaya aday geniş kitlelerin varlığı görünür hale geliyor.
Kısaca; göçmen düşmanlığı ile güçlenen AfD bir sokak değil seçim zaferi elde etti. Bu anlamıyla dünyadaki muadili aşırı sağcı partilerle özdeş. Yani ortada yakın bir faşist tehlike yok ancak %20’lik bir oy almış, ülkenin ikinci partisi olmuş bir AfD ülkenin gündemini ve iktidarın eğilimlerini sağa kaydıracaktır. İşsizlik tehdidi altındaki işçi sınıfının ve belirsizlikler içindeki gençliğin sorunlarının siyasi gündemin belirleyicisi olacağı bir Almanya’da AfD’nin konumu kritik.
Die Linke ise sistemle yüzde yüz uyumlu bir güç olarak AfD’nin keskinliğini karşılayacak siyasi netliğe sahip değil. Netlik ve sistem karşıtlığı yok. Oysa şu an durum büyük Alman tekelleri ile kavgayı, grevlerle işyeri işgalleriyle işten atmaları geri püskürtmeyi; hükümetin kamu harcamalarını artırması için kavga etmeyi gerektiriyor. Emperyalist savaşa değil emekçilere bütçe diyerek eylemler örgütlemeyi gerektiriyor. Tüm bunların yanında da sokaklarda anti-faşist kitle mücadelelerinin motoru olan gençliğin örgütlenmesi ihtiyacı var. Tüm bu görevler ise ne yazık ki Die Linke’nin boyunu aşıyor.
Dönem, ortalama siyaset ve muğlaklık ile bulamaç edilen sevimli sosyal medya propagandasından fazlasını istiyor. Güya savaş bütçelerini reddeden Die Linke daha birinci dakikada Almanya savunma harcamalarında Hitler’den bu yana en büyük harcamayı öngören tarihi artışa onay verdi. Trump’un beklediği gibi hızlı bir barış gelmeyince ve Rusya’nın atakları hızlanınca Alman egemen sınıfının askeri harcamaları kısıtlayan tarihsel eğilimler konusunda tüm partileri birleştirdiği bu milli birlik havasına Die Linke de hemen kapılmış görünüyor.
Radikal düzeyde sınıfçı olmayan, zenginlerle kavgayı göze alamayan, emperyalizm konusunda NATO’cu çizgiden yana tavır alan Batı solu tümüyle mana kaybı ve hayal kırıklığı olarak geri dönüp faşistleri daha da güçlendirmekten başka bir şeye yaramıyor. Die Linke AfD’nin toprağını gübrelemekle meşgul.
Sistem Zorlanıyor
Dünya düzeni, eski zemininde değil. Toprak kayıyor ve sert değişimler ufukta beliriyor. Eski sistemin olağan işleyişine yaslanan Alman ekonomisinin de en parlak günleri geride kalmış görünüyor. Alman işçi sınıfının kitlesel işten çıkarma dalgasının yaratmaya başladığı öfke, enflasyon, savaş ihtimalleri gibi belirsizlikler Almanya’da sınıf mücadelesinin belirleyici olacağı günleri bizlere işaret ediyor.
Dünya sistemi zorda ancak yeni bir yol da bulamıyor. Dünyanın kısmen korumacılık ama çoğunlukla yine serbest piyasaya dayanan modeli kapitalizmin 2008’den bu yana çözemediği bir düğüm olarak duruyor. Çin ve ABD arasındaki tarihsel gerilim ticaret savaşlarında ısınıyor ancak somut ve sıcak savaşlara öyle ya da böyle dönüşecek.
Almanya’da sistem zorda. Uluslararası dengelerin getirdiği koşulların ve iç siyasetteki yeni denklemlerin çift yönlü basıncı altında. Kitlelerin gözünde bugünkü sorunların sebebi olan partiler yeniden iktidara gelmişken başarısız olmamaları fazla iyimser bir beklenti olur. AfD’nin eli de zemini de güçlü. Siyasetin gündem belirleyicisi ve taze bir güç olma kudretini elinde tutuyor. Die Linke ise sisteme son derece entegre. Yine de sokak eylemlerine ve Die Linke’ye akıntı çok büyük anlama sahip. Bu potansiyelin değerlendirilememesinin sonuçları, sadece Almanya’nın değil tüm Avrupa’nın dengesini sarsacak türden gelişmelerin yaşanmasında etken olabilir.
- Koca, Derya. “Pandemi ve Yeni Bir Aşırılıklar Çağı.” Sosyalist Gündem, 1 Nisan 2020, https://sosyalistgundem.com/pandemi-ve-yeni-bir-asiriliklar-cagi-derya-koca/. ↩︎
- IMF. “SAGP Bazında GSYİH, Dünya Payı.” International Monetary Fund, https://www.imf.org/external/datamapper/PPPSH@WEO/EU/CHN/USA/DEU. ↩︎
- Hogg, Ryan. “German Fortune 500 Companies Announced Over 60,000 Layoffs This Year.” Fortune Europe, 29 Kasım 2024, https://fortune.com/europe/article/germany-fortune-500-europe-layoffs/. ↩︎
- “German manufacturers warn of the sector’s ‘formidable crash’.” BBC News, 25 Nov. 2024, www.bbc.com/news/articles/cvg5kpweqjzo. ↩︎
- German Investment in China Rises to New Record High.” Reuters, 14 Şubat. 2024, https://www.reuters.com/markets/german-investment-china-rises-new-record-high-2024-02-14/. ↩︎
- Welt. “Inflation frisst gestiegene Einkommen: Deutsche sind deutlich ärmer geworden.” Welt, www.welt.de/wirtschaft/article252261498/Inflation-frisst-gestiegene-Einkommen-Deutsche-sind-deutlich-aermer-geworden.html. ↩︎
- Dünya. “Almanya’da Orta Kesim ve Yoksul Arasındaki Gelir Makası Açılıyor.” Dünya, www.dunya.com/ekonomi/almanyada-orta-kesim-ve-yoksul-arasindaki-gelir-makasi-aciliyor-haberi-752329. ↩︎